16 Mayıs 2017 Salı

Duyu Bütünlüğü Eğitimi



                       DUYU BÜTÜNLÜĞÜ EĞİTİMİ

       Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi yazılarımı sadece sağlıkçı arkadaşlarımın değil herkesin anlayabileceği basit bir dille,  olabildiğince  terimsel ifadelerden uzak anlatmaya çalışacağım.

       Otizmli çocukların  beyinlerindeki  fonksiyon bozukluğunun yerine ve büyüklüğüne bağlı olarak her çocukta farklı bir büyüme ve gelişme süreci görülür. Genellikle bu büyüme ve gelişme süreci yavaş seyirlidir. Yine diğer tüm bedensel ve zihinsel problemlerde olduğu gibi otizmde de eğitim ve tedavilere ne kadar erken başlanırsa daha fazla yol alınacaktır. Eğitim çalışanlarının daha çok birleştiği fikir genellikle 1-3 yaş hatta 1-4 yaş diliminin eğitim performansının yüksek olması açısından çok iyi değerlendirilmesi yönündedir.

  Otizmli çocuklarda Merkezi Sinir Sistemine (MSS) ait fonksiyonel bozukluklar görülür.

Bunu biraz açarsak; otizmli çocuklar vücutlarından ve çevreden gelen  uyaranları anlamakta, yorumlamakta,  uygulamakta zorluk çekerler.
Yaşamımızın ilk yıllarından itibaren çevremizdeki sesleri işiterek, nesneleri görüp dokunarak, yiyecekleri koklayıp tadına bakarak bilgi ediniriz. Bu bilgileri almak işini duyularımız sayesinde gerçekleştiririz. Bu duyularımız şunlardır:

*görme,
*işitme,
 *koklama,
*tat alma,
*dokunma,
*pozisyon hissi (proprioseption: hareket sırasında, kas-iskelet sistemi ve beynin birbiriyle uzaysal- zamansal-mekansal iletişimini sağlar. )
*denge (vestibular sistem: hareket edip etmediğimizi, hareket halindeysek hangi yönde ve ne kadar hızlı olduğumuz bilgisini bize söyler.) dir.

        Denge ( vestibular sistem) ve proprioseption ( pozisyon hissi) daha anne karnındayken öğrenilirken görme ve iştme sistemlerimiz daha sonra gelişir.Bu sistemlerden gelen uyarılar kişiye duyu bilgisi verir. Kişi aldığı tüm duyuları birleştirerek uygun tepki oluşturur. Bu da ‘Duyu Bütünlüğü’ dür. Diğer bir anlatım şekliyle:
        Her bir duyu organı, aldığı bilgiyi merkezi sinir sistemine iletir. Burada tüm mesajlar değerlendirilir ve aralarında ilişki kurulur. Beynin mesajlar arasında bağlantı kurma işlevine ‘Duyu Bütünlemesi ’ denir. Sonucunda ‘öğrenme’ gerçekleşir.
        
       Öğrenme ve öğrenilen bilginin davranışa dönüştürülmesi için bütün duyular birbiriyle yardımlaşmalıdır. Örneğin; anne çocuğuna çorabını giymeyi öğretirken çorabını gösterir, ona dokunmasını sağlar, giyme işini yapmasında yardımcı olur ve aynı anda sözel komutlarla çocuğu yönlendirir. Bu davranışı gerçekleştirirken görme, dokunma, pozisyon hissi ve işitme duyularının beyne gönderdiği mesajlar arasında bağlantı kurulur ( duyu bütünlemesi yapılır).  İşte çocuk davranış için gerekli bilgileri almış ve anlamlandırmış yani öğrenmiştir. Çorabını giyeceği zaman gerekli hareketleri uygun sırayla gerçekleştirme planını yapabilir.
        
      Beynin, sinir sistemi yoluyla kendine iletilen duyular arasında bağlantı kuramaması durumunda ‘Duyu Bütünleme Bozukluğu’ oluşur.

     Duyu bütünlüğü bozukluğunda, MSS (mekezi sinir sistemi) ’nde nöronal bağlantılarda yetersizlik vardır yani beyini oluşturan nöronlar ( sinir hücreleri) kendi aralarında sinaps (bağlantı_iletişim) kurulamıyordur. Dolayısıyla da nöronlar birbirleriyle iletişim halinde çalışamadıkları için vücuttan ve çevreden gelen gelen duyu girdilerinde organize olamayıp  bir bütün halinde çalışamadıklarından, vücuda doğru davranış oluşturması için yeterli bilgiyi gönderemezler.
  
   Böylece beyne gelen duyu girdisi  ve beynin oluşturduğu motor yanıt arasındaki akış bozulur. Bunlarda hiperaktivite, dikkat bozukluğu, davranış problemleri, işitme-konuşma gecikmesi, okulda öğrenme güçlükleri gibi daha bir çok sayılabilecek problem olarak karşımıza çıkaracaktır.
        
    Duyu bütünleme bozukluğu olan çocuklar, duyu uyaranlarına karşı diğer çocuklardan farklı tepkiler verebilirler. Verilen tepkilere göre duyu bütünleme bozukluğunun belirtileri’ ni 2’ye ayırabiliriz;
                       1.Duyu uyaranlarından kaçınma:  
Duyu uyaranlarından kaçınan çocuklarda dokunulmaya tepki olarak; saç taramada ve/veya kestirmede zorluklar, bazı giysi ve nevresim kumaşlarından aşırı rahatsızlık sonucu giyinme ve uyku problemleri yaşanabilir. Banyo yapmaya ve diş fırçalamaya aşırı tepki gösterebilirler.
Bu çocuklar yüksek seslerden rahatsız olup kulaklarını kapatabilirler. Gürültülü, kalabalık ortamlara girmek istemeyebilirler.
Parlak ışıklara tepkili davranıp, karanlıkta oturmayı tercih edebilirler.
Farklı kokulara ve tatlara aşırı reaksiyon gösterebilir, yemek seçebilirler.
Merdiven inip çıkarken, kaydırak, salıncak vb. oyuncaklara binerken aşırı huzursuz olabilirler.
Ağrı duyusuna karşı hassas olabileceklerinden incinmeyi çok abartabilirler.
Sıcak- soğuk algılamasında farklılık nedeniyle sürekli üstündeki giysileri çıkarma isteği görülebilir.

                          2.Duyu uyaranı arama
Duyu uyaranı arayan çocukla ise yukarıdakilerin tam tersi reaksiyonlar gelişir. Yüksek seslere ilgi duydukları için müziğin sesini sonuna kadar açmak isteyebilir, tekrarlı ışıklara odaklanabilir, yenmeyen şeyleri çiğneyebilir, aşırı giyinebilir, ağrıya/acıya duyarsız kalabilirler.
Ancak Duyu bütünleme bozukluğu olan bir çocukta her iki grubun tepkileri de görülebilir. Örneğin çocuk dokunulmaya tepkiliyken, yüksek sese ilgi gösterebilir. Duyu bütünleme bozukluğunda aşağıda ki belirtiler de gözlenebilir.

Otizm tablosunda da karşılaşılan duyu bütünleme bozukluğunda, ilk kez Dr. Jean Ayres tarafından geliştirilen terapi uygulanmaktadır. Dr. Ayres’e göre sinir sisteminin değişme kapasitesi vardır ve bireyin çevre ile etkileşimi beyin gelişimini şekillendirir, hızlandırır.
                      
                   DUYU BÜTÜNLEME TERAPİSİNDE  AMAÇ:

*Çocuğun, vücudundan ve çevreden gelen duyu bilgisini almasını, bu bilgiyi organize edip günlük yaşam aktivitelerinde kullanmasını sağlamak.  Buna ‘’Doğru duyu girdileri vermek ve bunları bütünleştirmesine yardımcı olmak’’ ta denilebilir.

*Çocuğun fiziksel çevresiyle adaptif ilişki kurmasını sağlamak,

* Böylece çocuğun öğrenmeye daha açık olması, hareket ve tepkilerini daha kolay kontrol edebilmesi hedeflenmektedir.

*Çocuğun duyu deneyimi attıkça çocuk kendini daha fazla kontol etmeyi öğrenir.

14 Mayıs 2017 Pazar

Otizm Tanı ve Tedavisi

Tanının Varlığı Nasıl Ortaya Konulur?

Uluslar arası mutabakata varılmış tanı sistemleri ile ortaya konur. Bu spektrum içindeki tüm bozukluklar için farklı tanı kriterleri mevcuttur. Örneğin, otizm tanısı için anormal gelişim özelliklerinin 3 yaşından önce başlamış olması ve karşılıklı sosyal iletişim ve etkileşimde niteliksel bozulmalar; kısıtlı, tekrarlayıcı, basmakalıp davranış, ilgi ve aktivitelerin varlığı gereklidir. Her çocuk birbirinden farklı olumlu ve olumsuz özelliklere sahiptir Tüm bu alanlardaki özellikler belli sayıda belirtiyi göstermelidir ve başka tıbbi tanılarla açıklanabilir olmamalıdır. Klinik değerlendirme ve davranışsal özelliklere bağlı olarak tanı konulur.

Tanı Koymak İçin Beyin Filmi Çektirmek Gerekir mi?

Beyin filmi, MR, beyin tomografisi, beyin haritası gibi görüntüleme yöntemlerinin YGB tanısında bir değeri yoktur. Fakat doktorunuzun; bilinen nörobiyolojik tanıların varlığından şüphelendiği, YGB’ ye ek başka bir patoloji olabileceğini düşündüğü vs. gibi durumlarda gerekli olabilir.

Tanı Koymak İçin Kan Tahlili Gerekir mi?

Yukarıdaki durumlara benzer durumlar dışında ve ilaç kullanımı varlığında belirli tetkikler istenmesi durumu dışında gerekli değildir.

Tanı ömür boyu mu? Yoksa geçici mi?

Tanının varlığı problemin ömür boyu olduğu anlamına gelmez. Uygun genetik özellikler ve tedavinin varlığında belli bir süre sonra YGB özellikleri tanı konma kriterlerini karşılamayacak düzeyde iyileşme gösterebilir. Bu durumda tanı geçici olmuş olur. Fakat genel anlamda bu tanı grubuna ait özellikler nitelik olarak azalsa da nicelik olarak pek azalmazlar ve vakaların çoğu tanı kriterlerini ömür boyu karşılamaya devam eder.

Bu Çocukların Yapamayacağı Şeyler Nelerdir?

Genellikle; esnek çözüm gerektiren durumlar, bekleyebilme, başkalarının yüz ve beden ifadelerini anlama, anlamlandırma, ilişki başlatma, sürdürme, arkadaş edinme, soyut kavramları anlama, zekâsından beklenen oranda kendini ifade etme gibi durumlarda zorlanırlar.

Bu Çocukların Daha İyi Yapacağı Şeyler Nelerdir?

Genellikle; ezberleme, görsel-mekânsal bellek gerektiren işler; bazı çocuklar, erken yaşta okuma-yazma, belli teknik-kategorik alanlarda üstün yeteneklilik, sosyal ilişki gerektirmeyen bazı alanlarda (ör, elektronik aletler, bilgisayar vs.) başarı gösterirler.

Nasıl tedavi edilir?

(1) Özel eğitim;
(2) Eğitimi kolaylaştırıcı, destekleyici ilaç tedavisi (Ör, Risperdal, Ritalin gibi);
(3) Ek problemlere yönelik ilaç tedavisi (Ör, Prozac, Depakin, gibi);
(4) Fiziksel eğitim (uğraş terapisi);
(5). Davranışçı terapi

İlaç Mutlaka Gerekli mi?

Tüm diğer tıbbi bozukluklarda olduğu gibi, akılcı ilaç kullanımında risk/yarar oranının bu bozukluklarda da gözetilmesi uygundur. Dikkat, bilişsel işlevler, davranış problemleri, takıntılar, keyifsizlik ve benzeri pek çok alanda ilaç tedavilerinin etkileri kanıtlanmıştır. Ek problemlerin varlığında ilaç tedavisine daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Ek bir fayda beklenmediği ya da risklerin yüksek olduğu durumlarda ilaç tedavisi gerekmeyebilir.

Özel eğitim mutlaka gerekli mi?

Her çocuk ve her yaş grubunun farklı kısıtlılık ve ihtiyaçları vardır. Genel bir değerlendirme ve tedavi planı geliştirme amacıyla özel eğitim uzmanının değerlendirmesi gerekir. Bu tanı grubundaki bozuklukların tedavisi özel eğitimdir. İlaç tedavileri eğitimi kolaylaştırmaya ya da eşlik eden sorunları ortadan kaldırmaya yöneliktir.

Hangi tedaviden en çok fayda görülür?

İlaç tedavileri ve/veya özel eğitimin diğer tedavilere üstünlüğü bilinmektedir. Bunların yanı sıra diğer tedavilerden (fiziksel eğitim, davranış tedavileri) de yarar sağlanabilir.

Tedaviden neler beklemeliyim?

· Sosyalleşmede düzelme/artış
· Dikkat fonksiyonlarında iyileşme
· Bilişsel işlevlerde gelişme
· Davranım problemlerinde azalma
· Dil becerilerinde artma
· Takıntılarda azalma
· Motor becerilerde artış
· Kendini ifade etme becerilerinde artış

Başka Alternatif Tedaviler İşe Yarar mı?

Diyet tedavisi; yunuslarla eğitim, at binme tedavisi, magnezyum, diğer eser element ve vitaminler, biyo-feedback vs. gibi alternatif yöntemlerin etkinliği bilimsel olarak gösterilememiştir

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Otizm Spektrum Bozukluğunun Nedeni Nedir?



Otizm spektrum bozukluğuna neyin neden olduğu bilinmemekle birlikte genetik temelli (kalıtsal) olduğuna ilişkin bulgular vardır. Ancak hangi gen ya da genlerin sorumlu olduğu henüz bilinmemektedir. Çevresel faktörlerin de otizme yol açabildiğine ilişkin görüşler vardır. Hem genetik temellerin hem de çevresel faktörlerin etkileri üzerine çok sayıda araştırmalar yapılmaktadır.

Otizm spektrum bozukluğuna her çeşit toplumda, farklı coğrafyalarda, ırkta ve ailede rastlanmaktadır. Otizm tüm ırklarda, etnik gruplarda ya da sosyal statüsü farklı gruplarda görülebileceği, ailenin gelir durumu, yaşam biçimi ve eğitim düzeyi ile otizm spektrum bozukluğu arasında bir bağ olmadığı vurgulanmaktadır.

Cinsiyetle ilişkili olarak ortak görüş, erkeklerde kızlardan daha fazla görüldüğüdür.
Otizm spektrum bozukluğu bir ruh hastalığı değildir; ancak, belirtileri bazı ruh hastalıklarını çağrıştırabilir.

Psikososyal Nedenleri Nelerdir?

20. yüzyıl başlarında, çocuklarına yetersiz ilgi gösteren ebeveynler bu bozukluğun ortaya çıkışında sorumlu tutulmuştur. Fakat bu teori daha sonra desteklenmemiştir. Çocuktan gelen ilişki arayışı davranışının belirgin derecede düşük oluşu ve buna karşılık olarak ebeveynlerin azalmış ilgileri bu tip teorilerin gelişiminden sorumlu olabilir. Ayrıca, ciddi çocuk ihmali vakalarında “tepkisel bağlanma bozukluğu” denen çocuğun iletişim aramama davranışı ve dil gelişimindeki gecikmeler YGB’ ye benzer bir tablo oluşturabilmektedir. Fakat bu vakalar tedaviden çok hızlı bir yarar görürler.

Yetiştirmenin bozukluğun varlığına etkisi yok gibi görünmektedir. Fakat var olan problemi olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir. Ciddi anlamda sosyal uyaran eksikliği ör, gün boyu TV seyretme problemi pekiştirebilmektedir.

Otizm Spektrum Bozukluğunun Tipik Özellikleri Nelerdir? 

 Otizmli bir birey her zaman her belirtiyi göstermez. Ancak tipik olarak gözlenen bazı belirtiler vardır. Genel olarak bakıldığında otizm 3 farklı konu dâhilinde kendini belli eder. Bu kategorilere giren belirtilerden en az ikisinin gözleniyor olması gerekmektedir. Kategorileri oluşturan 3 ana başlıktır. Şimdi hangi belirtilerin bu başlıklar içerisine dâhil edildiğini inceleyelim:

 1. Sosyal Etkileşim Sorunları

Sosyal etkileşim sorunları içerisinde en çok dikkat edilen sıkıntı çocuğun göz kontağından kaçmasıdır. Çocuk, karşısındaki kişi ile ya hiç göz kontağı kuramaz ya da çok az kurar ve gözlerini kaçırır. Bu durumu çok farklı şekillerde de gerçekleştirebilmesi muhtemeldir. Örneğin beklenmedik bir anda karşısındaki kişi ile aniden göz kontağı kurar ve yine aniden bakışlarını kaçırır. Bu da anormal sayılabilecek ve otizm belirtisi olabilecek bir davranıştır.

Konuşurken çok az mimik kullanarak kendini ifade etmeye çalışması veya kendini ifade edememesi otizm belirtileri içerisinde yer almaktadır. Sesinin yüksekliğini ayarlayamaması ve kalabalık bir ortamda insanlar ile arasında bulunması gereken mesafeyi ayarlayamaması durumları ile karşılaşılabilir.

Otizmli çocuklar kendi yaşıtları ile iletişim kurmakta zorlanırlar. Ayrıca çok fazla arkadaşları bulunmamaktadır. İlgilendikleri ve paylaşmayı zevk aldıkları konularda oldukça sınırlıdır. Aslında paylaşım konusunda çok istekli değillerdir. Bu nedenle grup halinde gerçekleştirilen aktivitelere uyum sağlamakta zorlanırlar. Daha çok grubun dışında yalnız vakit geçirmek isterler.

Otizmli bireyler çoğu zaman biri onlara seslendiğinde veya ilgilendiğinde tepkisiz kalırlar. İsimleri söylense dahi duymuyormuş gibi yapabilirler. Diğer çocukların ilgisini çeken şeyler onların ilgisini çekmez ve ortamda gelişen olaylara karşı kayıtsız kalırlar.

2. İletişim Sorunları

Otizmli çocuklarda konuşma evresinde sıkıntılar yaşanabilmektedir. Dillerinin gelişmesi yaşıtlarına göre çok daha geç olmaktadır. İki yaşına gelip tek kelime etmemiş çocuklar da bu durum bir belirti olarak kabul edilebilir. 3 yaşından büyük olan çocukların normalde iki kelimeli cümleleri kolayca kullanabilmesi gerekmektedir. Ancak çocuk bunu yapamıyorsa dil gelişiminde sıkıntı var demektir.
Konuşmaya başlayan çocuklarda eğer otizm mevcutsa bazı gramer hataları yaparlar ve bunları sürekli olarak tekrarlarlar.

Konuşarak iletişimde oldukça yetersiz kalırlar. Bir konuşma başlatmak otizmli bireyler için çok zordur. Devam eden bir konuşmayı ilerletmek de otizmli bireylerin kolay kolay başaramadığı durumlar arasında yer almaktadır. Konuşma esnasında bazen konuşmalar kendi kendine konuşmalara döner ve karşı tarafa olan ilgi azalır. Genel konuşma kurallarından farklı olarak otizmli bireyler kendilerine has bir dil geliştirirler. Başkalarının onlara söyledikleri şeyleri tekrar etme eğilimleri vardır.

Oynadıkları oyunlar aynı yaşta çocukların oynadıkları oyunlara göre daha zayıf ve sınırlı olmaktadır. Örneğin evcilik gibi hayal gücünden yararlanılarak oynanacak oyunları oynamazlar. Oyuncakların nasıl oynanacağını çoğu zaman keşfedemezler. Genelde oyuncağı sürekli olarak bir yere vurma veya kendi elleri ile oyuncağa vurma gibi eğilimler içerisindedirler.

3. Sınırlı ve Yinelenen Davranışlar

Otizmli bireylerin ilgi alanları oldukça sınırlıdır. Ancak ilgi duydukları şeylere karşı da aşırı tepki göstermektedirler. Sadece o konu söz konusu olduğunda dikkatini çekebilmeniz mümkün olur.
İlgi duydukları konulara karşı o kadar ilgili olurlar ki o konu ile ilgili en ince ayrıntıyı bile hatırlayabilirler.

Günlük yaşantılarında belli bir rutin belirlemişlerdir ve sürekli bunu uygulamaya koymak isterler. Bu rutin bozulduğunda da sinirlenirler. Oluşabilecek herhangi bir rutin bozucu duruma karşı önceden karşılarına çıkabilecek şeyleri düşünüp ona göre hareket ederler.

Tüm bunların yanı sıra ilgilerini çeken bir şeyi ellerine alıp en ince ayrıntısına kadar inceledikleri de belirtiler arasında yer almaktadır. Bahsi geçen bu belirtilerden en az 6 tanesine sahip olması bir uzmana otizm tanısı için göstermeye yetmektedir.

12 Mayıs 2017 Cuma

Otizm

Klinikte karşılaştığımız serebral palsyli bir çok hastanın bu tanıya eşlik eden başka hastalıkları da olabilmektedir. Bunlar arasında sıkça karşılaştığımız tanılardan biri de OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU (OSB)’ dur. Otizm spektrum bozukluğu için kullanım kolaylığı nedeniyle otizm terimi kullanılmıştır.
  
Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB)

Doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan karmaşık bir nöro-gelişimsel bir bozukluktur. Otizm belirtileri hemen ortaya çıkmaz. Belli bir yaştan sonra daha çok belirginleşmektedir. Özellikle 3 yaşından sonra çocuklarda daha belirgin olarak sıkıntılar gözlenmeye başlar. 3 yaşındaki çocukların genel olarak belirli bir gelişim süreci vardır. İstisnalar dışında otizme sahip çocuklar bu gelişim sürecini geriden izlemektedirler. Çoğu ailede aynı yaş grubundaki çocuklar ile kendi çocuklarının durumunu karşılaştırdıklarında otizmden şüphelenmelerini gerektirecek bulgulara ulaşabilirler.

Otizm spektrum bozukluğu için kullanım kolaylığı nedeniyle otizm terimi kullanılsa da aslında Otizm, otistik spektrum bozukluğunun tamamını kapsamaz. Ancak toplum içerisinde aynı ifadeleri taşıdıkları düşünülerek kullanılır. Otizm, otistik spektrum bozukluğunun alt sınıflarından biridir sadece.

Neden Spektrum Bozukluğu Denilir? 


Spektrum kavramı, özelliklerin hafif düzey ve az sayıda oluşu ile çok belirgin düzey ve çok sayıda oluşu arasında değişebilmesinden kaynaklanmaktadır. Kimi bireylerde tüm özellikler tamamen belirgin olarak gözlenirken, kimilerinde özelliklerden bazıları çok hafif olarak kendini belli eder.

Aslında otistik spektrum bozukluğu 3 ana çeşide ayrılır. En sık rastlananı ise halk diline otistik spektrum bozukluğunun asıl adıymış gibi geçen otizmdir. Bu nedenle aslında otizm, otistik spektrum bozukluğunun merkezinde bulunur. Diğer iki bozukluk ise asperger sendromu ve YGB(Yaygın Gelişimsel Bozukluk)- BTA’dır.

Asperger sendromu belirtileri sebebi ile otizme yakınlık göstermektedir. Otizm ile karşılaştıracak olursak asperger sendromunda dil becerilerinin geç gelişimi gibi bir durum söz konusu olmamaktadır.

YGB – BTA ise adlandırılamayan yaygın gelişimsel bozukluk olarak literatürde geçmektedir. Daha özel bir semptom koymak için yeterli tanı yok ise bu tanılar konulmaktadır.

Otizm Spektrum Bozukluğu Genel Olarak Şöyle Tanımlanabilir


Otizm tanısı konulmuş çocuk, sosyal ilişkilerde ve iletişim kurmada sıkıntılar yaşar. Tüm bu özellikler zekâdan, zihinsel işlev kapasitesinden bağımsızdır.Şöyle sıralarsak:

  • Sosyal etkileşim yetersizliği
  • Dil becerilerinde gerilik
  • İlgi duyduğu seylerin sınırlı oluşu
  • Sosyal iletişim kuramama (örneğin karşılıklı gülümsemenin olmayışı ve ya nadir olması, adı çağrılınca bakmaması,kucağa alınma ve başka kişilerle oynama beklentisinin zayıf olması gibi) 
  • Soyut algı/ imajinasyon alanlarındaki kısıtlılık dışında; sıklıkla, ciddi öğrenme güçlükleri
  • Günlük işlerde aynılıkta yoğun ısrar etme
  • Hareket eden cisimlere aşırı ilgi
  • Görsel uzaysal becerilerde ve sıralı bellekte yüksek işlevsellik tekrarlayıcı/ stereotipik davranışlar
  • Göz temasının az olması veya hiç olmaması
  • Aşırı neşe, kızgınlık veya sıkıntı haricinde boş yüz ifadesi
  • Diğer insanlar yokmuş gibi davranma
  • Konuşulan kelimeleri tekrarlama (ekolali)
  • Mecaz kelimeleri/esprileri anlamakta güçlük
  • Cümle kurarken bağlaçları/zamirleri (çünkü ve ben) yanlış kullanma
  • Sesin volumünü ayarlama sorunu (bağırarak/çok sessizce konuşma)
  • Kokulara veya tatlara veya bazı kumaşlara karşı duyarlılık
  • Soyut kavram algısında yetersizlik

30 Eylül 2013 Pazartesi

MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN ÇOK DEĞERLİ BİLGİLER

                        BU YAZIYI SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM. ÇÜNKÜ OTİZMİ

TETİKLEDİĞİ ANLATILAN BU YAZIDAKİ BİRÇOK NEDEN, ASLINDA SEREBRAL PALSY

DAHİL DİĞER BİRÇOK HASTALIĞINDA ALTINDA YATAN ETKENLERLE ÇAKIŞIYOR!

ÇOK  FAYDALI BİLGİLER İÇERİYOR.                                                                                                                                           
                Prof. Aydın'dan çarpıcı tespit, 'Otizm patladı' Son 30 yılda otizm 100'e katlandı.

             'Sebebi bilinmiyor, tedavisi de yok' denilen hastalığın aslında çaresi varmış!

                     Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Aydın, son yıllarda dikkat çekici oranda artan otizmin asıl sebebinin iddia edildiği gibi sadece genetik yatkınlık değil, vitamin eksikliği ve toksinler olduğunu söyledi. Prof. Dr. Aydın, “Anne adaylarının dişindeki amalgam dolgular, tarım ilaçları, saç boyası, kalıcı rujlar doğacak bebeğin beyinsel gelişimini olumsuz yönde etkiliyor” dedi. Bütün hastalıkların temelinde beslenme ve çevresel faktörlerin yattığını anlattığı “Taş Devri Diyeti” kitabı ile geçtiğimiz aylarda tıp dünyasında tartışmalara yol açan Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu defa otizmle ilgili iddiaları ile gündemde. Prof. Dr. Ahmet Aydın yeni yayınlanan “Otizme Çözüm Var” adlı kitabında tıp otoritelerinin genetik bir hastalık olduğunu ve tedavisinin bulunmadığını söylediği otizmin doğumdan önce alınacak tedbirlerle önlenebileceğini ve beslenme düzenlemesi yapılarak tedavi edilebileceğini anlatıyor.
                  Otizm yaklaşık 100 kat arttı Çocuğun konuşma, düşünme ve çevresiyle iletişime geçme becerilerini etkileyen bir gelişim bozukluğu olan otizmin son 20-30 yılda toplumda yaklaşık 100 kat arttığını söyleyen Prof. Dr. Ahmet Aydın, “Neredeyse 3-4 çocuktan birini etkileyen Dikkat Bozukluğu Hiperaktivite hastalığı da otizmin bir türüdür. Böyle baktığımız zaman çok geniş bir kitleyi etkilemektedir. Ancak yapılan araştırmalar hastalığın ana rahminde bile çocuğa ulaşmayı başaran zehirler olduğunu ortaya koyuyor.
               
                   Çocuklara büyüyünce hastalanmasın diye vurulan aşılar, kullanılan antibiyotikler, annelerin içtiği renkli gazozlar, kullandıkları saç boyaları, sebze ve meyvelere bulaşan tarım ilaçları, ağır metaller, çocukların beyin fonksiyonlarını etkiliyor. 1940'lardan bu yana 80 bin yeni toksik madde hayatımıza katıldı. Bunlar herkese ama en çok da çocuklara zarar veriyor” dedi. “Bu çocukta bir tuhaflık var” Prof. Dr. Aydın otizmin ağır tipleri olduğu gibi hafif tiplerinin de olduğunu ve bazılarının bu yüzden teşhis edilemediğini söyleyerek, “Otistik çocuklar genellikle sağlıklı olarak dünyaya geliyorlar. 8-9 aydan sonra göz temasları azalmaya başlıyor. 1-2 kelime konuşmaya başlamışlarsa geri gidiyorlar ve konuşmaları gecikiyor. Takıntılı davranışları oluyor. Seslendiğiniz zaman duyuyorlar ama bakmıyorlar. Dikkatleri başka noktalarda odaklanıyor. Otizm genellikle erkek çocuklarda oluyor ve toplumda 'erkek çocuk geç konuşur' diye yanlış bir inanış var. Özellikle bu çocuklara hiperaktivite, dikkat dağınıklığı var mı? Başka çocuklardan farklı davranıyorlar mı diye dikkat etmek gerek. Aile büyüklerinin 'bu çocukta bir tuhaflık var' dedikleri çocukları mutlaka doktora götürmelidirler. Çünkü çocuğun hayattaki başarısını etkilemektedir” diye konuştu.
                  
                 Bağırsaklara Dikkat Günümüzde psikoterapi yöntemleri ve sınırlı sayıda ilaçla tedavi altına alınan otistik çocukların, beslenmesinin düzenlenmesi ile tedavi edilebileceğini söyleyen Prof. Dr. Aydın, “Maalesef klasik nörolog ve psikiyatristler görüntüleme yöntemleri ile hastalığı teşhis etmekle yetiniyorlar. Beslenmeleri ile hiç ilgilenmiyorlar. Oysa bu çocukların hepsinde mide ve bağırsak problemleri vardır. Uzun süren bağırsak problemleri buradaki zararlı mikropların çoğalmasına neden olur. Bu da bağışıklık sistemini ve beyni etkiler. Vitamin ve mineraller bağırsaktan emilemedikleri için bağışıklıkları düşer kanser dahil birçok hastalığa açık hale gelirler. Bağırsaklardaki zararlı mikroplar nedeniyle sinir iletimi bozulduğu için bu çocukların çevreleriyle kurdukları iletişim kesintiye uğrar. Konuşamazlar, çevreyle ilgilenmezler. Sadece otizm değil nedeyse bütün psikiyatrik hastalıklar, mide ve bağırsak sisteminin bozulması sonucu ortaya çıkıyor” dedi.
                  Sezaryen Doğum Risk Mide ve bağırsak sistemini bozan en önemli faktörlerden birinin sezaryen doğumlar olduğunu söyleyen Prof. Dr. Aydın, “Bebek normal doğum sırasında anneden yararlı mikropları alarak dünyaya gelir. Sezaryende ise hastane mikropları ile karşılaşır. Sezaryenle doğan bebeklerin neredeyse tamamında bağırsak problemleri bulunmaktadır” diye konuştu. Süt ve ekmek bağımlılığına dikkat Otistik çocukların dörtte üçünde süte veya buğdaydan yapılan gıdalara tutkunluk olduğunu söyleyen Prof. Dr. Aydın, “Bu çocuklar bağırsaklardaki problemler nedeniyle süt proteini ve ekmek proteini yeterince sindiremiyorlar ve direkt kana geçiyor. Bu da morfin tarzında etki yapıyor. Çocuğun ağrı hissi azalıyor mesela düştüğünde bir yeri acısa bile pek aldırmıyor. Morfin etkisi algı düzeylerini de düşürüyor. Tedavide süt ve süt ürünlerini, glütenli ekmekleri kestiğimizde bu etki ortadan kayboluyor. Algıları daha iyi oluyor” dedi.
                   
                    Korunma hamilelikten başlamalı Otizmin oluşmasını engellemek için annenin hamile kalmadan korunmaya başlaması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Aydın, anne adayının dikkat etmesi gereken noktaları şöyle sıraladı:

• Toksik maddelerden uzak durun. Saç boyası, ruj ve diğer kozmetikler, renklendirilmiş gıdalar bebeğe zarar verir.

• Sıcak yemekleri alüminyum folyo ve şeffaf folyo ile temas ettirmeyin.

• Hiçbir şekilde tatlandırıcı kullanmayın. Tatlandırıcı içeren light yiyecek ve içecek tüketmeyin.

• Dişlerindeki Amalgam dolgularınızı çıkarttırın: Ağır metal içeren bu dolgular, bir şey yedikçe azar azar kana karışır. Annede yorgunluk belirtileri verirken, anne karnındaki bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkiler.

• Sebze ve meyveyi taze olarak tüketin. Paketlenmiş ve pastörize gıdalar hem çok ciddi vitamin kaybına yol açar hem de raf ömrünü artırmak için kullanılan katkı maddeleri zararlıdır.

• Pastörize sütlerden uzak durun.

• D vitamini, B12 vitamini ve demir seviyesine baktırın, eksikse vitamin takviyesi kullanın. Bu vitaminlerin bebeğin beyin gelişiminde önemli rolleri var. Son yıllarda yapılan araştırmalar kadınlarda D vitamini ve B12 vitamini oranlarının çok düşük olduğunu gösterdi.
                                                                   
                                                                       ZİYNETİ KOCABIYIK
                                                                            ÖZEL HABER

17 Kasım 2011 Perşembe

Serebral Palsi Hastalığının Sebepleri


CP’li çocuklarda beyin lezyonu (hasarı); doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası farklı sebeplere bağlı olarak oluşur.

Doğum öncesi sebepler;
* Bebeğin anne karnında geçirdiği önemli enfeksiyonlar,
* Annenin hastalıkları yada plasenta bozuklukları sebebiyle bebeğin beyninin oksijensiz kalması,
* Anne karnındayken bebekte beyin kanaması oluşması,
* Rh uyuşmazlığı,
* Şeker hastalığı,
* Annenin özellikle gebeliğin ilk 3 ayında geçirdiği kanamalar,
* Annenin kullandığı ilaçlar, içki, sigara, uyuşturucu gibi alışkanlıkları,
* Annenin hipertansiyonunun olması,
* Annenin radyasyona maruz kalması,
* Annenin yaşı, beslenmesi, psikolojik sorunları,
* Akraba evlilikleri,
* Genetik olarak aileden geçen bazı özelliklerin taşınması (anne, baba yada kardeşlerde troid hastalığı, sara yada başka bir nörolojik sorunun bulunuşu).

Doğum sırasında oluşan sebepler;
* Doğumun hijyenik olmayan bir ortamda yapılması,
* Bebeğin anormal gelişi,
* Düşük doğum tartısı (2,500 gr’ın altında doğanlarda risk daha fazladır),
* Kordon dolanması, kordonun kısa veya uzun olması,
* Doğumun uzaması,
* Doktor hataları,
* Zor doğum (beyin kanaması riski olabilir, bu kanama direkt beyine etki ederek beyinin oksijenlenmesini azaltır),
* Doğumdan hemen sonra bebeğin solunumunun yeterli olmaması
* Çoğul gebelikler,
* Erken (Premature: 36. haftadan önce doğan) veya geç doğum,
* Doğum sırası kazalar (bebeği düşürme, vakum – forseps gibi aletlerin özellikle uzman olmayan kişilerce kullanılması).

Doğum sonrası sebepler (0 – 6 yaş);
* Çocuğun geçirdiği menenjit (genellikle bakterilere bağlıdır), ensefalit (beyin iltihabı: genellikle virüslere bağlıdır), kafa travması gibi direkt beyini ilgilendiren nedenler,
* Bebeğin yetersiz veya dengesiz beslenmesi,
* Değişik nedenlerle oluşabilen zehirlenmeler, boğulmalar,
* Hipoglisemi (bebeğin kan şekerinin düşmesi),
* Bebeğin hiperbilrubinemi (ağır sarılık) geçirmesi,
* Bebeğin ateşinin çok yükseldiği durumlar,
* Değişik kalp ve akciğer anomalileri,
* Konvülsiyonlar (Kasların irade dışı, amaçsız, genellikle bilinç kaybı ile birlikte olan tonik veya klonik kontraksiyon nöbetlerine Konvülsiyon denir).

En önemli risk faktörleri; Prematur (erken) doğum ve düşük doğum tartısıdır.

Serebral palsili çocukların zeka dereceleri çok farklıdır. Bu çocukların toplumdaki yerlerini de fiziksel kusurları ve zeka dereceleri belirler.

Serebral palsili çocukların yaklaşık %30-40 ı hayatlarını kendi başlarına idame ettirebilir. Geri kalanları ise ailelerine bağımlı olarak yaşamaktadırlar.

Fzt. Sevda SARIKAYA

14 Kasım 2011 Pazartesi

Serebral Palsi Tanısı Nasıl Konulur?

Bebeklik döneminde sürekli ağlama, huzursuzluk, zayıf emme, başı tutamama, ısrarlı ve sürekli kusma, çevreden gelen uyarılara cevap vermeme, önceleri gevşeklik ve sonraları kasılmalar, vücudun ve uzuvların asimetrik duruşları gibi faktörler yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğuna işarettir. İlerleyen dönemlerde dönememe, sürünememe, oturamama, vücut ve uzuvlarda asimetrik duruşlar, görme – işitme – konuşma – davranış bozuklukları, salya kontrolü problemleri gibi durumlar varsa bu bulgular bebekte gelişim geriliğine işarettir ve hekim kontrolü gerektirir. Beyin hasarına ait bu bulgular doğuştan itibaren var olmasına rağmen serebral palsi tanısı bebek gerekli aşamaları yapamayınca ve hareket bozuklukları gösterince konur. Tanı zamanı, genellikle sebebe göre değişiklik gösterir. Örneğin; CP , gebeliğin erken döneminde oluşmuş olsa da yenidoğanda, 4.aydan küçük bir süt çocuğunda tanıyı koymak  her zaman kolay değildir ve nörolojik muayenede sonuç normal olabilir. Kesin tanıyı koymak 4 – 12 ay arasında kolaydır. Klinik tablo (yani çocukta gözlemlediğimiz problemler) ne kadar ağırsa tanı koymak o kadar kolaydır. O güne kadar sorunsuz olan bir çocukta ise ani bir hastalık veya kaza sonrasında ortaya çıkan CP’de tanı hemen konulabilir.
 
Aileden alınan hikaye, çocuğun muayenesi ve yardımcı labaratuar incelemelerle tanı konulur. Öncelikle aileler çocuklarının diğer çocuklardan daha yavaş geliştiklerini gözlemlerler ve bunun üzerine bir gelişim nöroloğuna başvururlar. Hekim öncelikle çocuğun öyküsünü öğrenmek isteyecektir. Yani doğum öncesinde, doğum sırasında veya sonrasında oluşan olumsuz bir olay olup olmadığını sorgulayacaktır; gerekirse doğum yapılan hastaneden ve bebeğin doğumdan sonra tedavi gördüğü hastaneden yazılı bilgi (epikriz) alınır.

 Bulguların ilerleyici olup olmadığı mutlaka sorgulanır. Kazanılan becerilerin kaybı varsa serebral palsi dışında aileden gelen kalıtsal hastalıklar olup olmadığı araştırılır. Çocuğun gelişim basamakları değerlendirilir; yani çocuğun ulaştığı kaba motor, ince motor, dil ve sosyal gelişim düzeyi gözden geçirilir, yaşına göre varsa eksik alanları belirlenir.

Nörolojik değerlendirmede ;hangi bulgular serebral palsiyi düşündürür başlığı altında yer verilen bulgular araştılır. Hareketlerin her iki vücut yarısında simetrik olup olmadığına bakılır. Aynı zamanda çocuğun çevreyle ilişkisi, tepkileri, davranışları da gözlenir.


Çocuk istemli bir harekete yönlendirildiğinde kollarında ve/veya bacaklarında kasılma, gerginlik, normal dışı duruş pozisyonu ya da istemsiz hareket olup olmadığı belirlenir. Ek sorunlar (görme, işitme gibi) gözden geçirilir.

Tanı sürecinde kullanılan laboratuvar yöntemleri şunlardır:

- Elektroensefalografi (EEG):  Nöbetleri olan ya da bu konuda şüphe taşıyan çocuklarda yararlanılır.


- Bilgisayarlı Beyin Tomografisi veya Magnetik Rezonans Görüntüleme:  Farklı kesitler alınarak beynin yapısı incelenir. Beyin dokusu ile en ayrıntılı bilgi veren inceleme magnetik rezonans görüntülemedir.

- Doğumsal metabolik hastalıkların saptanmasına yönelik olarak kan ve idrar örnekleri özel tetkiklerle incelenir.

- Göz ve işitme muayenesi yapılır.

-Hekimin uygun gördüğü aralıklarla kalça grafisi çekilir.(Kalça eklemlerinin yeterli derecede gelişip gelişmediğini ya da doğuştan kalça çıkığı olup olmadığını araştırmak amaçlı olarak yapılır.

Böylece nörolojik muayene tamamlanır. Bütün bu verilerin ışığında¸ serebral palsi tanısı konulur ya da konulmaz. CP tanısı konuyorsa; tipi, dağılımı ve ağırlık derecesi belirlenir. Ek sorunlar çocuktaki önem sırasına göre belirlenir.

Çocuk küçük olduğu için gelişim geriliğine işaret eden  bulguları aile hemen fark edemeyebilir. Bazen de aileler bu durumu kabul etmek istemezler. Bununla ilgili trajikomik bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum;

Tanısı bir nöroloji profesörü tarafında konmuş 8 aylık bir bebeği ailesi muayeneye getirmişti. Anne, çocuğu ile içeri girdi, babası ise kapının önünde durmayı tercih etti ve içeri girmek istemedi. Aile ile tanıştıktan sonra çocuğu değerlendirmeye başladım. Bebek 8 aylık olmasına rağmen sadece başını tutabiliyordu fakat dönemiyor ve oturamıyordu. Ayrıca ayak bileklerinde çok hafif spastisitesi vardı. İlk izlenimim iyi bir fizik tedavi ile yaşıtlarını yakalayabileceği ihtimalinin çok güçlü olmasıydı. Bebek ağlarken karı – koca atışmaya başladılar.

Baba: “Sevda hanım, şu karıma söyleyin, benim çocuğumun hiçbir şeyi yok”.
Anne: “Sevda hanım, siz kocama söyleyin, bizim çocuğumuzun gelişim geriliği var”.
Baba: “Söyleyin ona, benim çocuğum turp gibi”.
Anne: “Lütfen söyleyin, bu çocuk fizik tedavi görmek zorunda”.

Çapraz ateş (!) sahasındaydım, önce sakinleşmelerini bekledim, sonra baktım ki bu atışmalar bitecek gibi değil, sessizliğimi bozdum ve “lütfen, her ikinizde sakin olup, değerlendirmemi bitirmemi bekleyin, sonra her ikizle birden çocuğunuz hakkında konuşacağım” dedim. Değerlendirmem bitince, her ikisini karşıma alıp, özellikle babasına dönerek “çocuğunuzun bir nöroloji profesörü tarafından konulmuş tanısı var ve ben bu tanıya sonuna kadar katılıyorum. Çocuğunuzda gelişim geriliği mevcut, hiç kimse çocuğuna böyle bir hastalığı konduramaz, bir anne olarak sizi çok iyi anlıyorum ama durumu reddetmek yerine bir an önce kabullenerek tedavilere destek vermenizi bekliyorum. Çocuğunuzun durumu kötünün en iyisi denilebilecek seviyede, müsaade edin ben işimi yapayım ve sizde bana destek verin. Böylece çocuğunuzu en kısa zamanda iyileştirmeye çalışalım” dedim. Bu konuşmamdan sonra, babası durumu kabullenmiş gibiydi. Bundan sonra tedavilere başladık ve çocuk tam bir ay sonra dönmeye, desteksiz oturmaya ve emekleme pozisyonunda durmaya başladı. Ve gün geçtikçe de yaşıtlarını yakalamaya başladı. Ne yazık ki, her zaman çocukların klinik tabloları bu kadar iç açıcı olamayabiliyor. Sonuç itibari ile aslında durumu kabullenmekten başka da bir çare yok.

Buna karşın olumlu bir aile örneğinden de bahsetmek istiyorum. Yine aynı profesörün “nöromotor gelişim geriliği” tanısı koyduğu 3 aylık bir bebeği anne ve babası birlikte muayeneye getirmişlerdi. Tanıştıktan ve değerlendirmemi yaptıktan sonra, çocuklarının ciddi bir fizik tedavi görmesi gerektiğinden bahsettim. Anne ve baba, “biz üzerimize düşen her şeyi yapmaya hazırız, eğer devletin bize verdiği aylık 8 seansı yeterli görmüyorsanız maddi imkânlarımızı zorlayarak ek seanslara da çocuğumuzu getirmeye hazırız” demişlerdi. Bebekte ciddi bir gelişim geriliği olmasına rağmen ailenin ciddi işbirliği, verilen ev programı egzersizlerini düzenli uygulamaları ve fizik tedavi seanslarına istikrarlı bir şekilde katılmalarıyla çocukları 11 aylıkken tam bağımsız olarak yürümeye başladı.

Fzt. Sevda SARIKAYA